Dünyanın Tek Prefabrik Demir Kilisesi

11-04-2022 13:37
Dünyanın Tek Prefabrik Demir Kilisesi

İstanbul’da Muhteşem Bir Kilise 

İstanbul’da yer alan dünyanın ilk ve tek prefabrik demir kilisesinin tarihi sizleri büyüleyecek.


Kiliselere isim verme geleneği içinde bir ‘aziz’in adı olması zorunluluğu bulunmaktadır. Yazımızın başlığında geçen bu prefabrik ve demir kilise özelliği gösteren kilisenin adı ise Stefan Bogoridi’den gelmektedir. Stefan Bogoridi, Hıristiyan Bulgarların cemaatinin önderlerinden gelmektedir ve insanların ayinlerini kendi dillerini kullanarak gerçekleştirebilmelerini her daim vurgulamaktadır.

 

Stefan Bogoridi, kendi mülkü ve hatta üzerinde kendi evi de bulunan arsayı bağışlamış ve 1849 yılında bu arsanın üzerine ahşap bir kilise inşa edilmiştir. Arsayı bağışlayan kişiyi bir anlamda onurlandırmak için bu ahşap kiliseye de ‘Aziz Stefan’ adı verilmiştir.

 

19.yüzyıla kadar İstanbul’da yaşayan Fener Rum Patrikhanesine bağlı birçok Bulgar topluluğu yaşamaktadır. Fakat Bulgarlar bir süre sonra bu patrikhane ilişkisini sonlandırıp bağımsız bir Bulgar kilisesi kurmak istemişlerdir. Dönemin Osmanlı yönetimi Fener Rum Patrikhanesi ile ilişkilerinin zarar göreceğini düşünerek Bulgarların kilise inşa etmesini istememiştir. Bulgarlar, bu konuda geri adım atmamış ve Stefan Bogoridi sayesinde bu patrikhaneden ayrılarak Sultan Abdülaziz’in 28 Şubat 1870 tarihli fermanıyla "Eksarhlık” müeessesi tahsis edilmiş ve İstanbul’da bir eksarhhane kurulmuştur. (Eksarh, yönetici sıfatıyla görev yapan din adamlarına verilen isimdir ve Eksarhhane de patrikhane görevi gören Bulgar Kilisesi olarak adlandırılabilir.)


Patriği anma Sultanı an.. Patriği anma Sultanı an…’ cümleleriyle bir yandan Rum patrikhanesine öfkesini sunan Bulgarlar bir yandan da kendilerine ferman sunan Sultan Abdülaziz’e teşekkürlerini sunmak istemişlerdir. Binanın üzerinde Slavca Abdülaziz’e teşekkür yazısı bulunmaktadır.


Bu kilise Bulgarları sevince boğsa da 1898 yılında çıkan bir yangınla mücadele ile kazandıkları dini bağımsızlıklarının sembolü olan binanın yok olması onları derin bir üzüntüye boğmuştur. Bunun üzerine ilk olarak ahşap olarak inşa edilen yapının fazla dayanamayacağı düşünüldüğünden, zeminin de büyük bir yapı için uygun olmamasından ötürü bu kilise hafif ve dayanıklı demir bir iskelet üzerine tekrar yapılmıştır. Böylece ‘Demir Kilise’ olarak anılmasını sağlayan hikaye ortaya çıkmıştır.

Osmanlı yönetimi başlangıçta karşı çıktığı kilisenin yapılmasına koşullu olarak izin vermiştir. Osmanlı yönetimi –belki de yapının bu kadar sürede tamamlanamayacağına inandıklarından- binanın yapımının bir ay içinde tamamlanırsa kullanıma açabileceklerini aksi halde binanın kullanımının söz konusu bile olmadığını şart olarak belirtmişlerdir. Bunun üzerine 1892 yılında Waagner firması tarafından Viyana’da hazırlanan dökme demir yapı iskeleti parçaları Tuna Nehri ve Karadeniz üzerinden İstanbul’a getirilerek, Osmanlı yönetiminin verdiği süre içinde yapının inşası sağlanmıştır ve kilise 1898’de ibadete açılmıştır.


Dünya mimarlık tarihine ilk prefabrik yapı olarak geçen bu kilisenin mimari projesi Ermeni mimar Hovsep Aznavour tarafından gerçekleştirilmiştir.

Bir dönem tüm dünyada sadece 2 adet olan demir kiliselerden diğeri zamanla yok olduğundan, Sveti Stefan Kilisesi günümüzde dünyadaki tek demir kilise olarak varlığını sürdürmektedir.

 

Yapının mimari özelliklerine ise hikayesi kadar dikkat çekmektedir. Kilise doğu-batı ekseninde uzanan demir iskeletli yapı üç nefli plan şemasına sahip olacak şekilde oluşturulmuştur.

 

Genel kilise planlarında –bizim camilerimizdeki mihraplar gibi- dışarıya doğru taşmış dairesel bir alan bulunmaktadır. Bu dışarıya taşan kısım ‘Apsis’ olarak adlandırılan asıl ibadet alanını oluşturmaktadır.

 

Sveti Stefan Kilisesinde ise apsis içten dairesel, dıştan hafif köşegen bir profile sahip olacak şekilde inşa edilmiştir. Apsis cephesi, Haliç boyunca uzanan Balat Vapur İskelesi Caddesi’ne bakmaktadır. Bu apsis üzerinde İsa, Meryem ve Aziz tasvirlerinin betimlendiği ikonalar yer almaktadır ve Sveti Stefan Kilisesinde üzeri altın yaldızlı ahşap ikonastasis, yapıdaki demirden olmayan tek öğe özelliği taşımaktadır.

Kilisenin neflerini birbirinden ayıran sütunlar da demirden oluşmaktadır. Bu sütun başlıkları barok mimari unsurları taşımaktadır. Yapıda ayrıca neo-barok ve neo-gotik unsurlara yer verilerek etki artırılmıştır.

 

‘Neo’ eki aslında bir anlamda yapının öncü olduğunu göstermektedir. Çünkü ‘neo’ eki hangi kelimeye gelirse o kelimeyi kendisinden sonraki dönem eserlerine yaptığı etkiyi vurgulamak için kullanılmaktadır. Nitekim Stevi Stefan Kilisesindeki çan kulesi sonraki dönemlerde birçok kiliseye esin kaynağı olmuştur.


Kilisenin mimari unsurunda dikkat çekici bir başka unsurdan da söz etmek yapının önemini vurgulayabilmemiz için önemlidir. Yapının cephelerindeki pencereler, uzun ve yuvarlak şeklindeki kemerlerle bölünmüştür. Bu kemerlerle bölünmeler dışında ‘Roze’ ya da ‘Gül’ olarak anılan yuvarlak pencerelerle tasarım daha da ilgi çekici hale getirilmiştir.


Ayrıca girişin ve iki nefin üstünde ‘U’ biçiminde bir galeri katı inşa edilmiştir. Bu galeriye girişin iki yanında yer alan merdivenlerle ulaşım sağlanmaktadır. Galerinin üst örtüsü tonoz, orta nefin üst örtüsü ise yarım silindir biçimindeki tonozlardan oluşmaktadır. Beşik tonozların içi, Rönesans dönemi kiliselerindeki olduğu gibi kare biçimli kaset adı verilen kare süslemelerle kaplanmıştır.

 

İstanbul’da Muhteşem Bir Kilise 

İstanbul’da yer alan dünyanın ilk ve tek prefabrik demir kilisesinin tarihi sizleri büyüleyecek.


Kiliselere isim verme geleneği içinde bir ‘aziz’in adı olması zorunluluğu bulunmaktadır. Yazımızın başlığında geçen bu prefabrik ve demir kilise özelliği gösteren kilisenin adı ise Stefan Bogoridi’den gelmektedir. Stefan Bogoridi, Hıristiyan Bulgarların cemaatinin önderlerinden gelmektedir ve insanların ayinlerini kendi dillerini kullanarak gerçekleştirebilmelerini her daim vurgulamaktadır.

 

Stefan Bogoridi, kendi mülkü ve hatta üzerinde kendi evi de bulunan arsayı bağışlamış ve 1849 yılında bu arsanın üzerine ahşap bir kilise inşa edilmiştir. Arsayı bağışlayan kişiyi bir anlamda onurlandırmak için bu ahşap kiliseye de ‘Aziz Stefan’ adı verilmiştir.

 

19.yüzyıla kadar İstanbul’da yaşayan Fener Rum Patrikhanesine bağlı birçok Bulgar topluluğu yaşamaktadır. Fakat Bulgarlar bir süre sonra bu patrikhane ilişkisini sonlandırıp bağımsız bir Bulgar kilisesi kurmak istemişlerdir. Dönemin Osmanlı yönetimi Fener Rum Patrikhanesi ile ilişkilerinin zarar göreceğini düşünerek Bulgarların kilise inşa etmesini istememiştir. Bulgarlar, bu konuda geri adım atmamış ve Stefan Bogoridi sayesinde bu patrikhaneden ayrılarak Sultan Abdülaziz’in 28 Şubat 1870 tarihli fermanıyla "Eksarhlık” müeessesi tahsis edilmiş ve İstanbul’da bir eksarhhane kurulmuştur. (Eksarh, yönetici sıfatıyla görev yapan din adamlarına verilen isimdir ve Eksarhhane de patrikhane görevi gören Bulgar Kilisesi olarak adlandırılabilir.)


Patriği anma Sultanı an.. Patriği anma Sultanı an…’ cümleleriyle bir yandan Rum patrikhanesine öfkesini sunan Bulgarlar bir yandan da kendilerine ferman sunan Sultan Abdülaziz’e teşekkürlerini sunmak istemişlerdir. Binanın üzerinde Slavca Abdülaziz’e teşekkür yazısı bulunmaktadır.


Bu kilise Bulgarları sevince boğsa da 1898 yılında çıkan bir yangınla mücadele ile kazandıkları dini bağımsızlıklarının sembolü olan binanın yok olması onları derin bir üzüntüye boğmuştur. Bunun üzerine ilk olarak ahşap olarak inşa edilen yapının fazla dayanamayacağı düşünüldüğünden, zeminin de büyük bir yapı için uygun olmamasından ötürü bu kilise hafif ve dayanıklı demir bir iskelet üzerine tekrar yapılmıştır. Böylece ‘Demir Kilise’ olarak anılmasını sağlayan hikaye ortaya çıkmıştır.

Osmanlı yönetimi başlangıçta karşı çıktığı kilisenin yapılmasına koşullu olarak izin vermiştir. Osmanlı yönetimi –belki de yapının bu kadar sürede tamamlanamayacağına inandıklarından- binanın yapımının bir ay içinde tamamlanırsa kullanıma açabileceklerini aksi halde binanın kullanımının söz konusu bile olmadığını şart olarak belirtmişlerdir. Bunun üzerine 1892 yılında Waagner firması tarafından Viyana’da hazırlanan dökme demir yapı iskeleti parçaları Tuna Nehri ve Karadeniz üzerinden İstanbul’a getirilerek, Osmanlı yönetiminin verdiği süre içinde yapının inşası sağlanmıştır ve kilise 1898’de ibadete açılmıştır.


Dünya mimarlık tarihine ilk prefabrik yapı olarak geçen bu kilisenin mimari projesi Ermeni mimar Hovsep Aznavour tarafından gerçekleştirilmiştir.

Bir dönem tüm dünyada sadece 2 adet olan demir kiliselerden diğeri zamanla yok olduğundan, Sveti Stefan Kilisesi günümüzde dünyadaki tek demir kilise olarak varlığını sürdürmektedir.

 

Yapının mimari özelliklerine ise hikayesi kadar dikkat çekmektedir. Kilise doğu-batı ekseninde uzanan demir iskeletli yapı üç nefli plan şemasına sahip olacak şekilde oluşturulmuştur.

 

Genel kilise planlarında –bizim camilerimizdeki mihraplar gibi- dışarıya doğru taşmış dairesel bir alan bulunmaktadır. Bu dışarıya taşan kısım ‘Apsis’ olarak adlandırılan asıl ibadet alanını oluşturmaktadır.

 

Sveti Stefan Kilisesinde ise apsis içten dairesel, dıştan hafif köşegen bir profile sahip olacak şekilde inşa edilmiştir. Apsis cephesi, Haliç boyunca uzanan Balat Vapur İskelesi Caddesi’ne bakmaktadır. Bu apsis üzerinde İsa, Meryem ve Aziz tasvirlerinin betimlendiği ikonalar yer almaktadır ve Sveti Stefan Kilisesinde üzeri altın yaldızlı ahşap ikonastasis, yapıdaki demirden olmayan tek öğe özelliği taşımaktadır.

Kilisenin neflerini birbirinden ayıran sütunlar da demirden oluşmaktadır. Bu sütun başlıkları barok mimari unsurları taşımaktadır. Yapıda ayrıca neo-barok ve neo-gotik unsurlara yer verilerek etki artırılmıştır.

 

‘Neo’ eki aslında bir anlamda yapının öncü olduğunu göstermektedir. Çünkü ‘neo’ eki hangi kelimeye gelirse o kelimeyi kendisinden sonraki dönem eserlerine yaptığı etkiyi vurgulamak için kullanılmaktadır. Nitekim Stevi Stefan Kilisesindeki çan kulesi sonraki dönemlerde birçok kiliseye esin kaynağı olmuştur.


Kilisenin mimari unsurunda dikkat çekici bir başka unsurdan da söz etmek yapının önemini vurgulayabilmemiz için önemlidir. Yapının cephelerindeki pencereler, uzun ve yuvarlak şeklindeki kemerlerle bölünmüştür. Bu kemerlerle bölünmeler dışında ‘Roze’ ya da ‘Gül’ olarak anılan yuvarlak pencerelerle tasarım daha da ilgi çekici hale getirilmiştir.


Ayrıca girişin ve iki nefin üstünde ‘U’ biçiminde bir galeri katı inşa edilmiştir. Bu galeriye girişin iki yanında yer alan merdivenlerle ulaşım sağlanmaktadır. Galerinin üst örtüsü tonoz, orta nefin üst örtüsü ise yarım silindir biçimindeki tonozlardan oluşmaktadır. Beşik tonozların içi, Rönesans dönemi kiliselerindeki olduğu gibi kare biçimli kaset adı verilen kare süslemelerle kaplanmıştır.

 

Nice özelliği bir arada bulunduran bu kilisenin şüphesiz anlatılacak çok hikayesi, incelenecek çok mimarisi unsuru yer almaktadır. Bir an önce bu büyüleyici kültürel mirasla buluşmanız dileğiyle…

 

Kaynakça: İstanbul’un Yüz Kilisesi: İstanbul’un Yüzleri Serisi 18, Kültür Bakanlığı özelliği bir arada bulunduran bu kilisenin şüphesiz anlatılacak çok hikayesi, incelenecek çok mimarisi unsuru yer almaktadır. Bir an önce bu büyüleyici kültürel mirasla buluşmanız dileğiyle…

 

Kaynakça: İstanbul’un Yüz Kilisesi: İstanbul’un Yüzleri Serisi 18, Kültür Bakanlığı

IdeaSoft® | E-Ticaret paketleri ile hazırlanmıştır.